Ömür boyu çalıştınız
ve her gün 24 altın koydunuz bir küpün içine... Bitti ömrünüz ve altınların
sayım zamanı geldi.
İşinin ehli bir
sarraf, tek tek aldı biriktirdiğiniz altınları ve saymaya başladı. Tek tek
alıyor ve mihenk taşına vuruyordu altınları. O da ne? Mihenk taşına vurduğu
altınlara şaşkın şaşkın bakmaya başladı birden. “Bunun ayarı düşük” dedi birisi
için. Sonra öbürü, sonra öbürü için aynı şeyleri söyledi peşpeşe...
Olan biteni
seyrediyor ve şaşkınlıktan gözleriniz faltaşı gibi açılıyordu. Nasıl olurdu,
onların her birini 24 ayar sayılsın diye biriktirmiştiniz. Altınlar, sayıldı,
sayıldı, sayıldı... Sonunda....
Acaba 24 ayar diye
biriktirdiklerimizin ayarı nasıl çıktı? Altın oranı ne, bakır oranı ne, demir
oranı ne ve en kötüsü cüruf oranı ne? Bir ömrü fireden ibaret olanın, ya da
ölçme- değerlendirme safhasında netleri sıfır çekenin karşı karşıya bulunduğu
hüsranı düşünün.
Hiçbirimiz, böyle
bir hikayemiz olsun istemeyiz. Bu hüsrandır.
Hele bu hikaye,
bizim ahirete götürdüğümüz amel defterini anlatıyor, ayarı düşük altınlar da,
bizim günün 24 saatinde yapıp ettiklerimizin kalitesini gösteriyorsa, vay
halimize...
.....
“Defo” “Hata” demek.
Bazan binlerce halı
üretirsiniz, ya da elbise, veya kristal vazo... Herbiri servet değerinde...
Sonra pazara sunulur ürettiğiniz her şey. Ama halının deseninde “hata” bulunur,
elbisenin rengi atmış olur ya da kristal vazoların kesiminde kusur vardır.
Müşteri farkeder ve ürettiklerinizin fiyatı, “defolu mal” seviyesine iner.
Üretici için felakettir bu.
.....
Amellerimiz...
Dünyada yapıp
ettiklerimiz...
Onlarda da bir
kalite istiyor, bizi dünya hayatında yaşamaya gönderen, 24 saatleri veren
Kudret...
Bildiriyor ki bir
gün her yapıp edilen için bir kalite değerlendirmesi yapılacak. Her birimize
sunulan ömür emaneti, içini ne kadar güzel doldurabileceğimizin imtihanına
matuf olarak verilmiş.
Geri döndüğümüzde
Rabbimizin huzuruna, “Güzel bir hayat defteri sunmak” son derece hayati bir şey
onun için. Bütün bir ebedi hayatın kalitesini belirleyecek olan defter olacak
çünkü o. Cennet de onun içinde, cehennem de.
....
Neden kalitesi düşer
insanın hayatta yapıp ettiklerinin? “Defo” nasıl nüfuz eder insanın hayat
yürüyüşüne, davranışlarının, amellerinin bünyesine?
Şunlar üzerinde
düşünülebilir:
-Titizlenmez insan.
İtina etmez.
Gelişigüzel yapar. Yapması gerektiğini bilir, zaman ayırır, yapar, yapmış gibi
hisseder kendisini ama, içini gerçek anlamda doldurmaz, hakkını vermez...
Aradan çıksın psikolojisi içine girer. Başka aciliyetlere kaptırır gönlünü, o
ana denk düşen amelin hayati değerini unutur.
-Yoğunlaşmaz insan.
Teksif etmez
yüreğini yaptığına... Hayattaki herhangi bir işi yaparken de “El kârda gönül
Yar’da” olması gerekirken, mutlak anlamda Rabbin huzurunda bulunma idrakinin
diri olması gerektiği zamanlarda bile gönül başka başka yerlerde dolaşır.
Allah’ı unutmama,
Allah Teala ile birliktelik idraki demek olan “Zikir”de bile Rabbini unutmak
gibi mesela. Dil Lafza-i Celal’i tekrar ederken, aklın, kalbin başka dünyalarda
dolaşması gibi...
Namaz kılıp,
abdestin hakkını vermemek, kıblenin hakkını vermemek, tekbirin, kıyamın,
kıraatin, rükuun, secdenin hakkını vermemek gibi mesela. Niyet ettiği halde,
hangi vakte niyet ettiğinin farkında olmamak, bir anlamda namaza girememiş
olmak gibi mesela.
Şu soru hayati bir
soru mu?
-Yarın, Rasulullah
aleyhissalatü vesselam Efendimizin bildirdiği gibi, kıldığımız namazların
yüzde 10’u kabul olunmuşsa ne yapacağız?
İnfak edip,
sadakanın hakkını vermemek. Kepçesi ile verip, sapı ile göz çıkarmak. Başa
kakarak, peşinden eza vererek, içini boşaltmak infakın...
Üstelik sadakaları
“Karzı hasen Ğ güzel borç” olarak sunduğu Rabbi zülcelal, kendisine önceden
“”Ey iman edenler, başa kakmak ve karşı tarafın gönlünü incitmek suretiyle
sadakalarınızı sadaka olmaktan çıkarmayın” (Bakara, 264) diye uyarmışken...
Kendisinin iğrenerek
alacağını başkasına sadaka olarak verip, sadakayı Rabbin kudret eline vermiş
olmanın izzetini ortadan kaldırmak...
Üstelik Rabbi
zülcelal kendisini “Sizin göz yummadan alamayacağınız adi şeyleri vermeye
kalkışmayın. Biliniz ki Allah her şeyden müstağnidir” (Bakara, 267) diye
uyarmışken...
Oruç tutmak, ama
gözün, elin, dilin, kalbin yaşaması gereken imsakin hakkını vermemek.
Yarın, ahiret
mihengine vurulduğunda kırk yıl, elli yıl tutulan oruçların, birer aç kalmadan
ibaret olduğu ortaya çıkarsa, ne olacak?
Haccetmek, ama
Arafat’ın, Tavafın, Sa’yin, Kabe’nin hakkını vermemek.
Bunlar,
amellerimizin dokusunu yaralayacak olan “fire” sebepleridir.
-Rasulullah
Efendimiz aleyhissalatü vesselam, “Bir çok insan Kur’an okur, okuduğu Kur’an
boğazından aşağıya geçmez.” buyuruyor. Boğazdan aşağı geçmeyen Kur’an kalbe
ulaşır mı, oradan uzuvlara taşınır mı, oradan amel haline dönüşür mü ve
Kur’ansız amel ahirete taşındığında başına ne gelir?
Rasulullah Efendimiz
Kur’an’la ilişkimizde ortaya çıkabilecek problemli durumu ifade buyuran bu
sözleriyle, aslında, İslam’ın bütün unsurlarıyla ilişkimizi anlamlı, değerli,
kaliteli kılmamız gerektiğini bildirmektedir. Allah Teala ile
münasebetlerimizi, Rasulullah ile münasebetlerimizi, Kur’an ile
münasebetlerimizi anlamlı, değerli, kaliteli kılmak....
Bunun için
kuşanılması gereken hassasiyet ise şudur:
-Her ameli, her
rüknüne, her anına itina ederek, özen göstererek, Rabbe sunulduğunu, O’nun
huzurunda kalitesinin sorgulanacağını bilerek, düşünerek yapmak gerekir, ona
yoğunlaşarak yapmak gerekir.
-Niyeti
yoğunlaştırmaz, netleştirmez insan.
Sevgili
Peygamberimiz’in “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” şeklindeki hadisi
şerifi, “Niyet amelin özüdür” hadisi, İmam Gazali’nin “Niyet Amelden
hayırlıdır” sözü, hep, amele, ona eşlik eden niyete göre bir değer, anlam,
kıymet kazandırır.
“Niyet” Hadis-i
şerifinde yer alan “Hicret sorgulaması”, mü’mini, her daim “Hicretin kime?”
sorusu ile başbaşa bırakır. Allah ve Rasulüne mi, yoksa kavuşmak istediğin
kadına mı, mala mı, statüye mi?
Niyet bir netleşme
halidir. Bilinci toplama, durulma, teksif olma, karar verme halidir.
-İhlas titizliğini
göstermez insan.
Her amelin kalitesi,
Allah için olup olmadığı, Allah rızasına bağlı olarak yapılıp yapılmadığı ile
ölçülür.
Yiyecekler için
“Helal sertifikası” aranması gerektiği gibi, ameller için de “İhlas
sertifikası” aranmalıdır.
Amelin “İhlas
sertifikası”nın varlığı ya da yokluğudur onu makbul kılan ya da kılmayan.
Riya ile, dünyada
önemsediğimiz şu veya bu kişi görsün diye, Allah’tan başkasının beğenisini
hedefleyerek yapmak, amelin kanseridir.
-Hayatın bütünlüğü
idraki içinde yaşamaz.
Hayatın bütünlüğü
idraki, insanı, dini hayat Ğ dünyevi hayat ayrımından çıkarır, bütün hayatın
Allah emaneti olduğu ve “Allah’a tahsis edilmesi” gerektiği idrakine götürür.
Bu idrake ulaşıldığı ve hayat ona göre tanzim edilebildiği takdirde, insanın
uykusu, yemesi içmesi, hatta evlenip çocuk dünyaya getirmesi dahil, dünyevi,
bedeni, fiziki, cinsel gibi görülen tüm hayatı, Allah Teala ile ilişkisine
bağlanır. Bu durumda bazı insanların uykusu bile ibadete dönüşürken,
bazılarımızın ise ibadeti ibadet olmaktan çıkabilir.
Buna göre,
hayatımızın bütününde bir fire ile karşılaşmamak için, işin en başında
idrakimizi “İnna lillah Ğ Biz Allah’a aitiz” noktasında “Mahyaye ve memati
lillahi rabbil alemin - hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah’a aittir”
noktasında odaklaştırmamız gerekir.
Rabbimiz bizleri,
hayatının en ince ayrıntılarında, Zatını unutmayan, ihsan şuuru içinde, Allah’ı
görüyormuş gibi, kendisi O’nu görmese de O’nun kendisini gördüğü idraki içinde
yaşamaya muvaffak kılsın.
Ahmet Taşgetiren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder