Modern Batı düşüncesi ile İslam
arasındaki en derin uçurumlardan biri, kadın erkek ilişkilerinde ve bunların
özel/kamusal tanımlarındadır. Türk modernizm düşüncesinde, kadınların hem özel
hem de kamusal alandaki tanımları, gayri medeni ve medeni hayatlar arasında,
sınırların belirleyicisi olarak görülür. Kamusal hayata katılan kadınların,
özel hayatın dini veya kültürel kısıtlamalarından kurtulduğu kabul edilir. En
azından Türk modernleşmesi bu şekilde işler. Böylece kadın bir seçimle baş başa
kalır: Ya batılı değerleri benimseyeceksin ya da İslamî değerleri.
Böyle bir seçime zorlanan Müslüman dindar
kadın, İslam’ın değerlerini, sistemin kıyısından merkezine taşımak için kendine
yeni bir rol biçti. Bu yeni anlayış, modernliğin kontrolüne sahip olmayı
arzuluyor; sistemin reddinden ziyade sisteme katılma mantığını meslekî kimlik
ve sosyal görünümü, hem modern laik eğitim sistemine, hem de ait olduğu İslamî
kimliğe borçlu görüyor.
Sınır tanımayan, meraklı, mal, mülk gibi
dünya nimetlerini ele geçirmek isteyen kadın tipine karşı, nefsine yenik
düşmemiş, ayrıcalık istemeyen kadın tipini temsil eden muhafazakar kadın kulvar
değiştirdi. Muhafazakâr kadın eğitim aldı, meslek edindi, şimdi çalışıyor; hem
kazanıp, tüketip, statü sahibi olmak istiyor. Bugüne ait olan bilincin
bileylenmesi demek olan modernizm, münzevî ve mütevazı hayatları olan
kadınları, hazcı liberalizme kaydırdı. Hazcı liberalizmin eline düşmüş, çalışan
muhafazakâr kadın, geleneksel Müslüman kadından ziyade laik ve iddialı modern
kadını hatırlatıyor. Kadınlık daha çok saygınlığı ve analığı çağrıştıran
ağırbaşlılık ve müşfiklik gibi sıfatlarla tanımlanırken, okumuş, meslek sahibi
kadın “cinsiyetsiz” bir kimliğe, hatta biraz da erkek kimliğine büründürüldü.
İslam’da kadın geçim derdinden,
düşüncesinden muaf tutulmuştur. Annelik ve eş rolü her türlü dünyalık
kazanımdan, rolden daha üstündür. Bizzat çocuk sahibi olmak, kadının varlığını
ispatlamasının, moda deyimle kendini gerçekleştirmesinin yegâne yoludur.
Paraya, statüye tamah, gönüllerin hoş edildiği, çocukların terbiye edildiği,
eşlerin sükûn bulduğu evleri; konaklanan sabahları erkenden terk edilip
gidilen, ruhsuz yığınaklar haline dönüştürdü. Artık kadın erkeğin yanında basit
süs takısı görünümündedir. Eşini seven, çocuklarını şefkatle kucaklayan kadın,
hayat mücadelesini kucaklayan biri oldu çıktı.
Eskiden karşılıklı romantik aşkın, kalıcı
bir evliliğin yegâne temeli olduğu varsayılırdı. Dindar Müslüman erkekler
arasında yapılan, evlilik dava ile mi sevda ile mi kurulur tartışmasında ibre
hep sevdayı gösterirdi. Kadınlar için eşini evde beklemek, onu muhabbetle
beklemek, çocuklarını büyütmek, onlarla ilgilenmek bir onur nişanı gibi
sayılırdı. Evde kalmış kızlara merhametsizliğiyle tanınan bir dünyada, bir
erkeğin korumasında olmak büyük bir şerefti. Artık o kadınlar evde kalmaya razı
çünkü paraları var. Ekonomik destek sağlamak, bir ev paylaşmak için kocaya
ihtiyaç yok; böyle olunca niçin evlenmek için çaba sarf edilsin ki?
Kadın çalışmazdan önce nikâh yüzüğünün
kendisi kadının değerinin ölçüsüydü. Kadın, çocuklarının eşler arasında kalıcı
bağ yaratabileceğini bilir, bizzat aşkların meyvesi olan çocuklar, evli çifti
geleceği planlamaya yöneltirdi. Eşler her zaman birbirlerini aynı şiddette
sevmeseler bile, çocuklara duyulan sevgi genellikle paylaşılır, gelecek kaygısı
bu yolla giderilirdi. Çiftler artık her iki tarafında da aile gelirine katkı
koymasını bekleyerek evleniyorlar, gelecek kaygısını bu yolla gideriyorlar.
Erkeğin maaşıyla geçinilmesi mümkün ailelerde bile iki kişinin çalışması norm
haline gelmiş durumda. Kadının çalışmasında erkeğin daha çok kazanma hırsının
etkisi de unutulmamalıdır. Eskiden evliliği canlandırma, diri tutma kaygısı
taşıyan kadın, bugün evlilik hayatının can sıkıntısından, tek düzeliğinden
bahsedebilme cesaretini kendinde bulabilmektedir.
Ekonomik bir yarışın yaşandığı dünyada,
eşlerin birbirine olan aşkı, muhabbeti, sevgisi azaldı. Eve maaşlarını getiren
kadınlar ve bebeklerin altını değiştiren erkekler bir rol kargaşası yaşıyor.
Evli bir kadının kendi adına bir banka hesabı açtırması ender görülen bir şey
olmaktan çıktı. Aşkın kanununda yazan, eşlerden birinin karşı tarafa olan
hayranlığı, masumiyetini yitirdi. Her konuda kocasıyla aynı eğitimi alma ve
aynı mesleği yapma hakkına sahip kadın, evlilik ilişkisine kocasıyla aynı imkânlara
sahip olarak girdiğini biliyor. Erkeklerde artık âşık olacakları, çocuk sahibi
olacakları kadınlar yerine aynı zamanda para kazanacak eşler arıyorlar.
Kadın önceden kocası için “beni mutlu
edecek, beni özel hissettirecek, ihtiyaçlarımı karşılayacak” duygusu taşırken,
para kazanmaya başlamasıyla, duygu rolünü “Ben senin olmamı istediğin kişiyi
oynayacağım sen de benim olmanı istediğim kişiyi oynayacaksın” suflesiyle
seslendirmeye başladı. Çalışan kadın evde eşiyle uzlaşmayı, öğrenmeyi, hoşgörü
geliştirmeyi düşünmüyor bile. Çünkü o artık homo economicus. Hayatın getirdiği
kaçınılmaz imtihanlarla yüzleşirken yanında huzur ve destekten ziyade cüzdanında
para arıyor. Evin hisseli ortağı kadın; kocanın aşkını, umudunu, neşesini,
korkusunu, paylaşmadan önce parasını paylaşıyor. Yalnızca ev kadınlığını
aşağılayıcı bir etiket kabul ediyor, nikâhta keramet görüyor, ama itaat etme
sözü vermiyor.
Ali
Can
GENÇ DERGİSİ